21 Şubat 2015 Cumartesi

Detachment


''hissiz olmak, kolaydır. bir şeyi önemsemekse cesaret ve ahlak ister.''  
  
etrafında olup bitenlere kayıtsız kalıp bir şey yokmuş gibi davranmak yerine elinden geldiğince çevresindekilere yardımcı olmaya çalışan bir adam aynı zamanda yedek bir öğretmenin, artık uzatmaları oynayan bir okul ve onun vasat öğrencileri ile hayattan KOPMAMAK için verdiği mücadele....  

okulun sadece bir bina olmadığını, orada yaşayan insanlarla nasıl bütünleştiğini ve içerisinde bulunduğu semte verdiği değere varana kadar ne derece etkili olduğunu oldukça iyi vurgulamış...  

detachment, klasik öğretmen öğrenci sorunlarından çok hayata dair farklı söylemleri olan ve kesinlikle görülmesi gereken oyuncu performanslarını içinde barındıran iyi bir film olmuş ..    

5 Eylül 2013 Perşembe

Kelebeğin Oscar Rüyası

illa ki bir oscar aday adayımız mı olmalı, bu tutumu hiç anlamıyorum...

son yıllarda benim için oscar ödüllerinin en değerli bölümü, haline gelen en iyi yabancı filmlerin yarıştığı bölüme dönüp bir bakacak olursak, en iyi yabancı film oscarı almış, hatta aday olmayı başarmış filmler nerede kelebeğin rüyası nerede...

kelebeğin rüyası, bir hikayeyi geçtiği dönemi elinden geldiğince ve tüm iyi niyetiyle yansıtmaya çalışarak  türk sineması adına belki yeni bir adım attı. ama bu yenilikçi ilk adımla yarışa girmeye çalışmak, büyük bütçelerle filmler yapan ve artık bu tarz konularda uzman olmuş bir sektör karşısında komik duruma düşmekten öte geçmez. oscar yarışında başarılı olabilmek zaten kazanan ve aday olabilen filmlerdeki gibi güçlü ve farklı senaryolarda gizli...

geçtiğimiz yıl ise ''ateşin düştüğü yer'' aday adayı gösterildi gösterildi de ne oldu.
yılmaz güney'in 30 yıl evvel ki ''yol''  filmindeki seyit ali ile ateşin düştüğü yer'deki kızın babası töre ile vicdanları arasında gidip gelmeleri açısından baktığımda,  yol'a benzer bir senaryoya sahipti ''ateşin düştüğü yer''  yol'un cannes 'daki başarısını örnek almış olabilir. ama '' ateşin düştüğü yer''  her ne kadar ''yol'' filmine benziyor desem de ''yol'' ile kıyasladığımda aradan geçen 30 yıla rağmen yeni bir şeyler söyleyemeyen, içi boş bir film olarak kalmış. sonuç olarak cürmü kadar yer yakabildi.

bu filmlerle oscar rüyamız olsa olsa bir kelebeğinki kadar sürer zaten.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Calzones Was Here (celda 211)

bu yazı filmin içeriğiyle ilgili bilgi ve alıntılar içermektedir. ve kişisel görüşlerimden oluşup, imla hataları ile süslüdür.      

celda 211, hapishanede geçen yani içeriden dışarıya bakan bir film...      

juan oliver ve elena mutlu bir çifttir. aralarında güçlü bir bağ ve tutku vardır.  film içerisinde bunu daha iyi görebileceğiniz gibi aralarında geçen bir konuşmada bunu çok iyi ortaya koyuyor.      

juan - sen zeki ve güzel birisin
bense...    
elena - aptal ve çirkin biri          
juan - ilk önce mezbaha, şimdiyse hapishane                
bir mühendis olduğum söylenemez                
benden başka herkesle birlikte olabilirdin                
sana güzel şeyler alabilecek bir kocan olabilirdi        
elena - güzel şeyler istemiyorum, seni istiyorum...        

işe başlamadan önce çalışacağı yeri görmek için giden juan, gardiyanlarla birlikte hapishaneyi gezerken bir kaza sonucu yaralanınca gardiyanlar tarafından boş bir hücreye konulur. ve juan'ın yaralanmasına sebep olanın aslında bir kaza değil planlı bir ayaklanmanın başlangıcı olduğunun ortaya  çıkması üzerine juan'ı orada bırakıp kaçarlar. juan artık psikopat,cani,hapishaneden kaçanların oluşturduğu,  ve bir çoğu artık dışarı çıkma ümidi olmayan mahkumlar için bir fazla insan öldürmenin sorun olmadığı hatta birini öldürmenin diğerlerinin gözünde saygı kazanmak anlamına geldiği bir yerdedir.      

isyanın planlı ve daha önce yapılanlardan farklı olduğunu, mahkumların lideri olan malamadre'nin eta örgütüne bağlı mahkumların geçici olarak kendileriyle aynı bölgede bulunduğunu öğrenip, onları hapishane yönetimine karşı güçlü bir koz olarak kullanabileceğini bilmesi üzerine başlatmış olmasından anlıyoruz.          

eta üyelerini hükümet için bu kadar değerli kılan, bask bölgesi ile yapmış olduğu anlaşma gereği uzaktan bombalarla  binlerce insanı öldürmüş bu katilleri diğer mahkumlardan ayrı daha iyi şartlarda tutması karşılığında bunun üzerinden  yürütebildiği siyaset ve etayı dizginleyebiliyor olmak...      

malamadre'nin zaten elinde rehin olarak gardiyanlar da varken eta üyelerini kullanmak isteyişi, yönetimin bir gardiyana vermiş olduğu değeri bilmesine bağlanabilir.  kendilerine uygulanan gam(gözetim altındaki mahkum) sistemi ve dayak yerken bile olsa insan yüzü görmeye hasret kaldıkları hücre hapsinden kurtulabilmek için, hükümetin çok değer verdiği eta üyeleri bulunmaz nimettir.      

juan bulunduğu hücrede yeni bir yüz olarak fark edildiğinde kendini kurtarabilmek için calzones adında bir mahkum gibi davranır. ancak elena'nın juan'ın durumunu öğrenmesi ile diğer mahkum yakınları gibi endişeyle hapishanenin kapısına dayanması  ve bir gardiyan tarafından öldürülmesini, öğrenmesine kadar durum böyle iken...

o andan itibaren elena'ya olan aşkı ile gerçekten calzones'e dönüşecektir.      

dışarıdaki ve içeridekilerin karşılıklı olarak birbirlerinden haberdar olabilmek için yürüttüğü sessiz ve gizliden  yapılan alışverişler yüzünden kimsenin kimseye güvenmediği bu ortamda malamadre, calzones'in kendisini diğer mahkumların önünde küçük düşürmesine  ve gerçekte bir gardiyan olduğunu öğrenmesine rağmen onun arkasındadır. çünkü calzones artık yönetime karşı yaptıklarıyla onun ve diğer mahkumların gözünde gerçekleri söyleyen cesur bir kahramandır.      


filmin başlarında  calzones karakterini, dışarıdan içeriye sızıp, zamanla içerideki gelişmelerden dolayı onlardan birine dönüşmesi  bakımından johnny depp ve al pacino'nun başrolünde yer aldığı donnie brasco filmindeki donnie brasco karakterine benzetsem de celda 211'in çok daha iyi bir hikayeye sahip olduğu kesin.          

juan'ın konulduğu hücrede daha önce intihar eden mahkumun duvara kazımış olduğu,  ''marao'nun baş ağrısı onu burada öldürdü'' yazısının altına juan'ın ''calzones burada öldü'' yazması yine unutulmaz bir hapishane filmi olan ''esaretin bedeli''ndeki morgan freeman'in canlandırmış olduğu red karakterinin kendinden önce  dışarı çıkıp oradaki hayata ayak uyduramayan yaşlı kütüphaneci brooks'un intihar ettiği odaya yerleşmesi ve duvara yazmış olduğu ''brooks was here'' yazısını fark edip oradan ayrılırken o da altına aynı şekilde kendinden sonra gelenlerin görmesi için orada olduğunu kazır. iki film arasındaki bu benzer sahnelerin olmasını celda 211'in yönetmeni tarafından bilinçli bir şekilde yapılmış  öykünme olarak görüyorum.    

ve son olarak filmi izlemiş olanlar size de bu hikaye bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu?  şu an yaşadıklarımızla kısmende olsa örtüşmüyor mu? bizdeki etaya karşı tutsak liderleri üzerinden yürütülmeye çalışılan çirkin siyasete benzemiyor mu? ve yaşanılan acılara rağmen bu millet bir arada kalmış ve uzlaşma yolu ararken biri çıkıp, (filmdeki deyimle ''biz mantar aramaya çıkmışız biri gelip ben rolex buldum diyor'') bu milletin birbirini katletmesine sebep olabilecek çıkış ve söylemlere, onay verebileceğinin sinyallerini vermesi bizi istedikleri noktaya sürüklemiyor mu?...

her şeye rağmen bu milletin barış içerisinde bir arada yaşayabilmesi için çalışanların isimleri kazıdıkları duvarda hep kalacaktır.

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Bu Sefer Güldürmedi ( Magnifica presenza )

şahane misafir,  ferzan özpetek'in bir 'karşı pencere'si değil belki ama kötü bir film de değil. tabi bu durum biraz da beklentinize bağlı

öncelikle özpetek'in önceki filmlerinden de aşina olduğumuz üzere yine minik serçenin sesi ,  yine filmlerinin çoğunda olduğu gibi bu filmde de sıradışı  bir cinsel kimliği olan bir karakterle karşılaşıyoruz ( bu sıradışı cinsel kimlik olmadı da!.  ne diyeceğimi şaşırdım işte idare edin...) eş cinsel diyelim.  ve bu  filminde de fark ettim ki  geçmişten gelen misafirler, mutfak ve pastacılara da özpetek filmlerinin kapısı sonuna kadar açık ...  

gelelim cem yılmaz hadisesine!.. yani şimdi ne desem nereden başlasam .... öncelikle cem yılmaz'ın komedi dışında farklı türlerde de kendini ispat etmek istediğini sanıyorum,   şahane misafiri eğer izlediyseniz  bizim komedi anlayışımıza uzak olduğunu , cem yılmaz'ın komedi  filmi diye yer almadığı anlaşılmıştır.

ferzan özpetek eğer cem yılmaz'ı filmine seyirci toplamak için almışsa tebrikler akıllıca bir düşünce ama,
böylesi kendini ispat etmiş bir yönetmenin gişe kaygısı taşıdığını düşünmüyorum.   ayrıca yavuz turgul'un da filminde ona yer vermesi bu durumu destekler nitelikte, az öz  nadide filmler yapan bir yönetmen cem yılmaz'ı filmine şebeklik etsin diye mi alacak... ve yavuz turgul'un baş oyuncusu şener şen artık yaşlandı öyle her rol uymuyor.ve şener şen, cem yılmaz için çok iyi bir rol model bundan sonra turgul filmlerinde şener şen yerine cem yılmaz'ı görmek bu açıdan beni şaşırtmaz.  sonuç olarak cem yılmaz 'ın doğru yolda ilerlediğini düşünüyorum... türkiye'de yaşayan en iyi yönetmenlerden biri olan yavuz turgul 'la,   yurt dışında en çok tanınan türk yönetmenlerden biri olan ferzan özpetek'le çalışarak hem oyunculuğunu hem de yönetmen  kimliğini geliştirebileceği en iyi kişileri seçmiş bence...  

pekala neden bu arayış, insanları kahkalara boğup para basmaya devam etmek varken...

özellikle isim cem yılmaz olunca beklenti büyük oluyor. misal hokkabaz filmine giden insanların filmden çıktıktan sonra mutlu olduğunu sanmıyorum .  seyirciyi beklenti içine sokan cem yılmaz ismi artık bunun farkında  ve kabuk değiştiriyor.  arada yine aslına dönüp yahşi batı gibi ince işlenmiş bir komedi yapıyor, ama böylesi filmler üretmek zor olsa gerek ki  cem yılmaz yeni arayışlar için de aynı zamanda.....  arada hokkabaz , av mevsimi ve şahane misafir gibi filmlerde boy gösterdiğinde insanlar ters köşe olsun istemiyor...   komedi komedi nereye kadar değil mi...

14 Ağustos 2013 Çarşamba

ghobadi'nin gemisi ( Rhino Season )

bahman ghobadi gergedan mevsimi filminde gemisine yeni bir hayvanı da alarak yoluna devam ediyor...  tabi bunu yaparken eski filmlerinde yer verdiği hayvanları eksik etmeden yapıyor.  hayvanlar neden yönetmenin filmlerini ve film isimlerini bu kadar meşgul ediyor diyorsanız  yönetmenin şu sözü sizin için yardımcı olabilir.   ''hayvanları severim, bazen insanlardan da daha fazla''

ve film için yapılan bir çok eleştirinin cevabı aslında yönetmenin verdiği röportajlardan birinde söylediği şu sözlerde saklı, '' sürgünde çalışmak inanılmaz zordu, bu süreçte değiştim. başka bir insan oldum ve şimdi tamamen farklı bir insanım, yeni bir hayatım var. hatta şu günlerde dördüncü yaşımı kutluyorum.''   ve filmle ilgili olarak ise  politik bir film olmadığını sürgünde geçirdiği hayatına paralel bir hikaye seçerek, dünyanın kendi ülkesindeki insanların başına gelenlerden  haberdar olmalarını istediği için bu filmi yaptığından bahsediyor.

yine kendi tecrübelerime dayanarak şunu söyleyebilirim.... filmde bir çok türk oyuncunun oluşu sinemalarda yanlış bir algıya sebep olmuş ki, bilet satan abla filme bilet almak isteyenlere filmin altyazılı olduğunu ve izleyenler tarafından beğenilmediğinden bahsederek girenleri uyarıyor bir türk filmi olduğu sanılmasın diye...

gergedan mevsimi, ghobadi'nin artık kendini kanıtlamış bir yönetmen olmasınında verdiği rahatlıkla çekilmiş ve onunla çalışmak için can atan yıldız oyunculardan da nasiplenmiş. bu ilk örneğe bakarak artık filmlerinde daha çok ünlü oyuncunun boy göstermesini  bekleyebiliriz .

filmde yer alan bizim oyuncularımızdan özellikle yılmaz erdoğan performansı ile dikkat çekiyor, tam anlamıyla rolüne bürünmüş bir profesyonel... diğer oyuncularımız ise öyle kendileri ifade edecek kadar yer almadığından mı yoksa filmin karakterinden mi bilemedim fazla ilgimi çekmedi...

filmin karakteri deyince.... filmin gereksiz diyaloğlar dan belki gerekenlerden de uzak , görselliği ve fotoğraflık kareleri ile ön plana çıkması hep nuri bilge ceylan'ın yönetmenle bu filmde işbirliği yapmasından kaynaklanıyor olsa gerek...  belçim bilgin'e ise ayrıca bir parantez açmak istiyorum kendisine nerede denk gelsem izlediğim şeyden soğuyorum özellikle bu filmde tam da kendisine ve o çatlak sesine uygun bir rolde verilmiş ama yine de olmamış işte... neyse o kadar iyinin arasında fazla göze batmaz herhalde... yönetmenin bu filmi kendimi daha iyi hissetmek ölmemek için ve sinemadan 35 yıl uzak kalmış behrouz vossoughi için yaptım demiş.  buna rağmen filmde monica belucci'ye de yer vermesi biraz yanlış olmuş,  çünkü bir filmde belucci  varsa haliyle dikkatler onun üzerinde yoğunlaşacağından filmle ilgili olarak ta ondan daha çok bahsedilecektir normal olarak ....

behrouz vassoughi ise her halinden belli çok farklı bir kumaşı var .  böylesi köşesine çekilmiş küskün bir oyuncuyu ikna edip filmi sırtına yükleyince filme ayrı bir değer katıp özel kılıyor. benzeri bir durumu darren aronofsky'nin wrestler'inde mickey rourke ile görmüştük...
 belucci için ise filmin çileği diyebilirim... hiçbir şey söylemeye gerek yok en azından benim için,  görevini ziyadesiyle yerine getirmiş, bu kadar güzel bir şeyi neyin içine koyarsanız koyun görmezden gelmek mümkün değil... filmin en iyi sahneleri ise yılmaz erdoğan'ın yer aldığı  ruj sahnesinin yanı sıra  ve yine  yılmaz erdoğan'ın canlandırdığı karakter anlatılırken, sülük metaforu ile onun karakterinin özdeşleştirilmesi  oldukça iyiydi...

8 Ağustos 2013 Perşembe

büyük umutlar

bir çok filmde olduğu gibi bu filmin de uyarlandığı kitabı okumadım. kitaptan uyarlanan bir çok filmde olduğu gibi kitabı okuyanların filmi izledikten sonraki memnuniyetsizliğiyle karşılaşmak artık çokta şaşırtıcı gelmiyor. ve hepsinin haklı olduğunu düşünüyorum. neden mi?

okumuş olduğum bir kaç kitap şunları söyleyebilmem için yeterli... kitabı okumuş bir kişi, yazarın kurduğu cümlelerle oyuncuları, dekoru ve müziği kendi sonsuz hayal dünyasından seçip belirlerken, neden yönetmenin gördükleriyle yetinmek istesin....
herhalde sadece benim kitabı okuyamayacak kadar üşengeç veya bir türlü bu alışkanlığı edinememiş kişiler, bu eşsiz eserleri sadece başkalarının gözünden ve kulağından hayal dünyasından duymaya tahammül ediyordur. ve herhalde bu film gibi izlediğim ama okumadığım diğer bir çok hikaye sadece benim gibi filmden önce hikayeyi okumamışlar tarafından beğeniliyordur.

film kurgu açısından ele alındığında bir çok filmde karşılaşabileceğiniz şekilde klişe bir gidişat izliyor. buna rağmen yinede kendince bir yol çizdiğini de söyleyebilirim. oyuncu kadrosu ise oldukça iyi benim için hatta filmi robert de niro ismi yüzünden izlediğimi de itiraf edebilirim. her ne kadar de niro film içerisinde fazla gözükmese de filme öyle bir lezzet katıyor ki olmazsa olmaz bir baharat gibi yani anlayacağınız....
son olarak filmden çok beğendim bir bölümü paylaşayım.

---spoiler--

(estella)--

İstersen küçük bir kız vardı diyelim. Ve doğduğu günden itibaren,ona öğretilen sadece korkmak olsun Ona gün ışının düşmanı olduğu ona acı vereceği öğretilmiş olsun. Ve güneşli bir günde, sen ona hadi çıkıp oynayalım diyorsun. Ama o gelmiyor. Ona kızmaya hakkın olmamalı değil mi?

(finn)--

Ben o küçük kızı tanıyordum. Ve gözlerindeki güneş ışığını görmüştüm. Ne yaparsan ya da ne dersen de, benim hala gördüğüm bu. Biz her zaman aynıyız İnsanlar asla değişmez.

23 Mayıs 2013 Perşembe

bab'aziz

           sufi,tasavvufi ezgi ve söylemlerle dolu nacer khemir'in bu filmi, öncesinde yaptığı diğer iki filminin de çöl ortamında geçmesi sayesinde kazanmış olduğu tecrübeyi bu filme öyle bir aktarmış ki herhalde çöl atmosferinde çekilebilecek en iyi görüntülere sahip bu film ortaya çıkmış. çölde geçen bu filmin her karesi kartpostallık görüntülerle dolu...

           yönetmenin bir röportajında anlattığına göre bu görüntülerin fonunda bir filme sahip olmak öyle kolay olmamış. sıcaklığın elli dereceye ulaştığı ve kumun kızgınlığından korunabilmek için sabahın erken saatlerinde çalışılabilecek ancak bir kaç saat olması, ve üzerinde hareket ettikten sonra kumun bekaretinin tekrar yerine getirilemeyecek oluşundan her sahnenin tek seferde çekilmesi yada setin olduğu gibi bozulmamış bir bölgeye kaydırılması gibi deneyimlerden sonra ortaya çıkmış...

          ve filmi çekmesindeki amacın, islamın terörle gericilikle birlikte anılmasından duyduğu rahatsızlık üzerine bu filmle islama hakiki imajını ölçülü bir şekilde geri kazandırmaya çalıştığını ifade etmiş...

 
       
            ''anne karnında karanlıktaki bebeğe denseydi ki:

dışarıda aydınlık bir dünya var, yüksek dağlarla dolu, büyük denizleri olan, dalgalanan düzlükleri olan, çiçekleri açmış güzel bahçeleri olan, dereleri olan, yıldızlarla dolu bir gökyüzü ve alevli güneşi olan... Ve sen, bu mucizelerle yüzleşmek yerine, karanlıkla çevrilmiş oturuyorsun...

doğmamış çocuk, bu mucizeler hakkında hiçbir şey bilmediği için, hiçbirine inanmayacaktır.
tıpkı ölümü karşılarken bizim gibi. işte bu yüzden korkarız. ölüm nasıl olur da son olur..''

 (film içerisinde etkileyici o kadar çok hikaye var ki bu sadece onlardan biri..)