23 Mayıs 2013 Perşembe

bab'aziz

           sufi,tasavvufi ezgi ve söylemlerle dolu nacer khemir'in bu filmi, öncesinde yaptığı diğer iki filminin de çöl ortamında geçmesi sayesinde kazanmış olduğu tecrübeyi bu filme öyle bir aktarmış ki herhalde çöl atmosferinde çekilebilecek en iyi görüntülere sahip bu film ortaya çıkmış. çölde geçen bu filmin her karesi kartpostallık görüntülerle dolu...

           yönetmenin bir röportajında anlattığına göre bu görüntülerin fonunda bir filme sahip olmak öyle kolay olmamış. sıcaklığın elli dereceye ulaştığı ve kumun kızgınlığından korunabilmek için sabahın erken saatlerinde çalışılabilecek ancak bir kaç saat olması, ve üzerinde hareket ettikten sonra kumun bekaretinin tekrar yerine getirilemeyecek oluşundan her sahnenin tek seferde çekilmesi yada setin olduğu gibi bozulmamış bir bölgeye kaydırılması gibi deneyimlerden sonra ortaya çıkmış...

          ve filmi çekmesindeki amacın, islamın terörle gericilikle birlikte anılmasından duyduğu rahatsızlık üzerine bu filmle islama hakiki imajını ölçülü bir şekilde geri kazandırmaya çalıştığını ifade etmiş...

 
       
            ''anne karnında karanlıktaki bebeğe denseydi ki:

dışarıda aydınlık bir dünya var, yüksek dağlarla dolu, büyük denizleri olan, dalgalanan düzlükleri olan, çiçekleri açmış güzel bahçeleri olan, dereleri olan, yıldızlarla dolu bir gökyüzü ve alevli güneşi olan... Ve sen, bu mucizelerle yüzleşmek yerine, karanlıkla çevrilmiş oturuyorsun...

doğmamış çocuk, bu mucizeler hakkında hiçbir şey bilmediği için, hiçbirine inanmayacaktır.
tıpkı ölümü karşılarken bizim gibi. işte bu yüzden korkarız. ölüm nasıl olur da son olur..''

 (film içerisinde etkileyici o kadar çok hikaye var ki bu sadece onlardan biri..)

20 Mayıs 2013 Pazartesi

kelebek ve dalgıç

          işlevini kaybeden bir uzvumuz hakkında iş işten geçtikten sonra neredeyse birer uzman haline geliriz. ama bu hikayede yaşanılan, öncesinde başınıza gelecek olan durumla ilgili bilgi sahibi olmanızın pek bir şey değiştiremeyeceği türden...
          jean-dominique bauby alkol ve sigara dahi kullanmamasına rağmen açıklanamayacak bir biçimde neredeyse bir bitki gibi yaşamaya mahkum oluyor. onun hikayesini izlerken gerçekten sahip olduğumuz ve özgürce kullanabileceğimiz şeylerin sadece hayal gücü ve hafızamız olduğunu öğreniyoruz. yani yaşarken çizdiğimiz resmin ölürken bize refakat edeceğini...
          filmdeki çekim ve kamera oyunlarının karakterin içinde bulunduğu durumu daha iyi aktarabilmek adına olduğunu anlamış olsam da, belli bir yerden sonra seyri oldukça zor bir hal alıyor ama bunu iyi bir film için kusur olarak adlandırmakta yersiz olur herhalde...
       
ve bu filmle bir kez daha gördüm ki, bir çok şeyi ifade edebilmek için kullanılabilecek en iyi metafor kelebekler...